Abdulkadir Geylani Hz. İlahi Armağan Kitabından 42. Meclis

Bu konuşma Cuma sabahı medresede yapıldı.

 

Konuşma tarihi: Hicrî 19 Recep 545, Milâdî 1150.

 

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:

 

“İnsanların en iyisi olmak isteyen; kötülüğü düşündüğü zaman Allah’ın kuvvetini hatırlasın; ittika üzere olsun. İnsanların en güçlüsü olmayı dileyen, Allah’a güvensin, tevekkül etsin. İnsanların içinde gani gönüllü olmayı dileyen, gözünü Hak Teâlâ’nın hazinesin de saklı olana diksin.”

 

Hakk’ın katında olana bak. Keramet istersen, O’nun kudret elinden kendini koru. Çünkü Hak Teâlâ buyurdu ki: “En iyiniz, takva yönüyle en ileri olanınızdır.” (el-Hucurât, 49/13) Keramet; iyilik, takva sahibi olmaktadır. Halk arasında rüsva olmak ise, isyan bayrağını çekmektedir. İman yolunda kuvvet sahibi olmayı dileyen Aziz ve Celil olana dayanmalıdır. O’nun kuvvetine sığınmalıdır. Hakk’a tevekkül, kalbi sağlam kılar; kalbe kuvvet ve ona dayanmak hasleti getirir. Allah’a güvenen, kalbini terbiye eder ve hidayete götürür. Ve hikmetli işleri görmeye kabiliyetli kılmaya çalışır.

 

Parana ve altınına güvenme. Bunlar bir gün biter. Elinden gidince pişmanlık duyarsın. İçin bozulur. Harap olursun. Sebeplere dayanmak insanı mânevi duygulardan mahrum eder. İmanı zayıflatır. Allah’a tevekkül eyle; O sana kuvvet verir. İşlerinde sana yardım eder. Lütuflarını bol bol yağdırır. Allah’a güvenirsen, ümit etmediğin yollardan sana kapılar açar. Kalbine öyle bir kuvvet verilir ki, dünyalık olan her şeyden mahrum olsan bile, yine de manevî çöküntüye uğramazsın. Halkın sana gelişi ile gidişi aynı mânayı taşır. Bu hâllerde insanların en güçlüsü sen olursun. Fakat sebeplere ve dünyanın fani şeylerine dayanacak olsaydın, şöhreti bir geçim vasıtası saysaydın, hepsi giderdi; elinde bir hiç kalırdı. Çünkü Hak Teâlâ fani şeylere kıymet vermedi. Sen de O’nun kulusun, onları önemli görmen doğru olmaz; görürsen elindekini alır; eli boşlardan olursun.

 

Dünyanın gani gönüllü kimseleri, Hak Teâlâ’nın azabından korkarak kötü işlere dalmayan kimselerdir. Bu hâle ermek isteyen, her şeyi kalbinden atsın. Kalbini O’nun kapısına bağlasın. Fani kimselerin kapısına koşmaktan utansın. Gözlerini Hak’tan gayri kimselerin malına baktırmasın. Burada anlattığım göz kalp gözüdür. Kalıbın gözü tabiata batar. Dikkat et, kalp gözün kalıp gözünle bir olmasın.

 

Elinde bulunan maddî ve fani varlığa nasıl dayanırsın? O, nasıl yaparsan yap elinden çıkıp gidecek. Gidici şeye dayanıp Hakk’a güvenmeyi bırakmak caiz olur mu? Hak varlığına güven. O’nun varlığı bitmez, tükenmez. Seni bu hâle sürükleyen bilgisiz hâlindir. Cahilliği bırak. Hak varlığına güvenmek en büyük zenginliktir.

 

Ey takva hâlini bırakan, keramet dünyada ve âhirette senden ırak oldu. Ey sebeplere ve fani varlıklara güvenen, kuvvetin gitti. Hak’la aziz olmak sana dünya ve âhirette uzak oldu. Ey ne zaman olsa elinden gidecek fani menfaate aldanan, Hak zenginliğini kaybettin. Bu hâlinle O’na karışamazsın. Dolayısıyla âhirette de bula­mazsın.

 

* * *

 

Ey evlat! Her hayrın esası olan bir şey var: Sabır. Bunu birçok yerde söyledik. Yine sırası geldikçe söyleyeceğiz. Allah’a güvenen, itimat eden ve O’na bağlı olan, sabırlı olmalıdır. Sabra niyet ettin mi, yalnız Hakk’ı dile. Bunun mükâfatı sana O olur. Sabrı Hak Teâlâ için yaparsan, kalbine sevgisini koyar, dünya ve âhiret yakınlığını verir. Sabrın asıl mânası Hakk’ın kaza ve kaderine boyun eğmektir. O’nun hükmüne boyun eğmek gerekir. Çünkü olacak işler geçmişte yazılmıştır. Bu arada sana sabırla dayanmak düşer. O’nun hükmünü tağyire, hiçbir kimse güçlü değildir. Bu hâlde sana da sabırdan başka ne düşer ki? Bu hâl iman sahibine göre müsellemdir. Bu sebeple hakkında verilen hükme boyun eğmekten başka çare yoktur. İman sahibi ihtiyarı ile sabırlı olur. Sabır ilk devirlerde zorla yapılır. İman kemale erince de severek yapılır.

 

Sabırlı olmayan, iman iddiasında bulunamaz. İmanın zayıf, çünkü sabrın yok. Boş yere iddiaya kapılma. Marifet sahibi de olman kabil değildir. Çünkü Hakk’ın fiillerine rızan yok. Bunlar büyüklerin işidir. Mücerret iddia ile olmaz.

 

Konuşma. Sana söz hakkı yok. Kapıyı görmekten laf etme. Kapıya var. Eşiğine başını koy. Kader ayağı seni çiğner ve başını alır; buna da sabırlı ol. Zarar ve fayda ayakları da üzerinden geçer; buna da dayan. Bunlar kalp varlığında mevcut pasları siler. Dış varlığın olduğu gibi kalır; ezilecek diye üzülme. Güzelliğinin bozulması aklına gelmesin. Her şey kendiliğinden olur, hem de yerinde. Cesedin gitmiş gibi bir ruhanî âleme dalarsın. Bu işler sükûn ister. Huzur ister. Maddî şeylerin kalpten çıkmasını ister. Bu hâllerin gerçekleşmesi için kalbe sahip olmak lazımdır. İç ve mâna âlemini, sırrını ve kalbini fani varlıklara bağlama. Mademki artık iman sahibi olmak istiyorsun, bu söylediklerimi yap. Ah ne kadar çok ilâç tarif ediyorum; fakat hiçbirini kullanmıyorsun. Benim günahım ne? Arz ve tul yö­nünden meseleyi açıyorum; şerh ediyorum. Fakat yine anlamıyorsun. Size öyle öğütler veriyorum ki, hayret, hiçbir öğüdü tutmuyorsunuz.

 

Kalbiniz ne kadar kararmış. Yaratan’a karşı olan bu cehalet ne? Eğer ona iman edip irfan sahibi olsaydınız, ölümü ve sonrasını düşünmek zahmetine katlansaydınız, bu hâle düşmezdiniz. Yaratan’ın karşısına nasıl olsa bir gün çıkacağınız aklınıza gelseydi, bu durum sizden uzak olurdu.

 

Her gün şahlarınızdan biri yolcu olmakta; buna şahitsiniz. Bu hâl size öğüt vermiyor mu? Babanızın ölümü de mi göz önünüze dikilmiyor? Her gün size dualar okuyan ve ardınızdan gözyaşları akıtan ananızın ölümüde mi sizi uyandırmıyor? Her an beraber yaşadığınız çocuklarınız ve hanımınızın ölümüde mi size ders vermiyor?

 

Bunlardan öğüt alınız. Ve nefsinizi biraz terbiyeye çalışınız.

 

Kalbinizi yoracak kadar dünyaya bağlanmayınız. Orada daimi kalan olmadı; devamlı kalmaya heveslenmeyiniz.

 

Kalbinizi temizleyebilirsiniz. Onu kötü hâlinden çekip almak sizin elinizde. Halkı kalbinize sokmayabilirsiniz. Siz hâlinizi iyiye çevirmek isterseniz, Hak Teâlâ da size yardım eder. Hak Teâlâ şöyle buyurur: “Allah Teâlâ hiç bir kavmin halini değiştirmez. Ta, onlar kendilerinde bir değişiklik yapıncaya kadar.” (er-Ra’d, 13/11)

 

Söylediğiniz hiç bir işi yapmadınız. Birçok işler yaptınız; fakat ihlâs sahibi olmadınız. Akıllı olunuz. Hak Teâlâ’nın azameti önünde edepli durunuz. Hâlinizi kuvvetlendiriniz. Hakikat âlemine eriniz. Hak Teâlâ’ya dönünüz. Ve tefekkür sahibi olunuz. Bugün içinde bulunduğunuz hâl öbür âlemde sizi kurtaramaz.

 

Siz nefislerinize karşı cimri davranmaktasınız. Eğer öyle olmasaydı, ona yarayan şeyi temine çalışırdınız; âhirette onu kurtarmaya yarayacak şeyleri şimdiden verirdiniz. Hâlbuki siz, daima geçici şeylerle meşgul oldunuz. Bu yüzden devamlı kalacak şeyler elinizden çıktı.

 

Mal toplamayı, kendinize ve çocuklarınıza sahip olmayı kalbinizden atınız. Yakında onlarla aranıza açıklık girecek.

 

Dünyalık olan geçici şeyleri bir yana at. Halka azizlik satma. Halka büyüklük satmak neye yarar? Büyüklük satanları halk pek sevmez. Sonra, bir afete düşersen tutup kaldıran olmaz.

 

Kalbin şirkle pislendi. İlâhî kudret hakkında şüpheler besliyorsun. Ve onu itham ediyorsun. O’nun kudretine taarruz etmek sana yakışmaz; yapma. Bu, hâlinde görülüyor; olmaz! Hakk’a karşı tutumun değişirse sâlih kulların kalbi sana karşı öfke ile dolar, köpürür.

 

Büyüklerden biri, zamanın hâline göre, çarşıya çıkmazdı. Çıkmaya mecbur olduğu zaman gözlerini bir örtü ile kapatırdı. Yavrusunun elinden tutar, çarşıya çıkardı. Sebebi sorulunca şöyle anlatırdı: “Allah’a isyan bayrağı çeken ve onun iyiliğini inkâra kalkan kimseleri görmek istemiyorum.”

 

O zât bir gün yine çıktı. Gözlerini açmıştı. Korktuğu şeyleri gördü, düştü bayıldı. Çünkü yapılan işler küfür ehlinin yapacağı işlerdi. “Allah’a nasıl kulluk edilmez? O’na nasıl şirk edilir? Kullara nasıl köle olunur?” diyerek üzülürdü.

 

Siz her gün O’nun nimetini yemektesiniz. Ama inkâr hâliniz gene üzerinizde… Siz bunu anlamıyorsunuz. Her gün küffarla sofralar kurarsınız. Onlarla oturur eğlenirsiniz. Çünkü kalbinizde iman nuru kalmadı. Hak için bir gayrete sahip değilsiniz.

 

Tevbe ediniz. Hatalarınızın bağışlanmasını talep ediniz. Hak Teâlâ’dan utanınız. Utanç elbisesini giyiniz. O’nun huzurunda ter temiz kalbinizle durunuz. Dünyanın haram ve şüpheli şeylerini terk ediniz. Daha sonra lüzumu olmayan mubah şeyleri de bir yana atınız. Ömrü boşa gideren kötü arzulara kapılmayınız. Boş yere yemek ve yersiz, aşırı duygular peşinde koşmak, insanı Hakk’ı anmaktan alıkoyar.

 

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Dünya iman sahibi için zindan sayılır.”

 

Zindanda yatan adam hiç ferahlık duyar mı? Yüzünden sevinçli olsa bile kalbi sızlar. Dışından sevinçli gibi durur. Ama içi afet ve bela ile parçalanır. Belki yabancıların yanında gizler, ama halvete çekildiği zaman sızlanır. Dışında elbise vardır; onun altı keder yarası ile doludur. Tebessüm gömleği ile iç âlemini perdeler. İşte bu yüzden Hak Teâlâ meleklere bu kulu över. Nur parmakları o kula uzanır ve kutsî bir ses meleklere şöyle hitap eder: “İşte benim asıl kulum budur.”

 

Bu bahadır kişi, dinin kahramanı olur. İlâhî varlık onu sever ve över.

 

Büyük insanlar Hakk’a sabra alışıktır. O’nun hükmü icabı gelen afet acılarını seve seve tadarlar. Bunu yapmakla sevilmek dilerler. Zaten, “Allah Teâlâ sabırlı kulları sever.” (Âl-i İmrân, 3/146)

âyet-i celilesi bu mânaya gelir.

 

Sen bir darlığa düşersen sevildiğin içindir. Her ne zaman ki, emri tutar, yasaktan kaçarsın, o zaman sevgin artar; hem sever, hem de sevilirsin. Başına gelecek bazı darlıklara sabırla karşı çıkarsın. Hakk’a karşı yakınlık nurun çoğalır.

 

Bazı büyükler şöyle konuşurlardı: “Allah kuluna azap etmez; yalnız imtihan kabilinden bazı afetler gönderir ve onun sabrını dener.

 

Peygamber (s.a.v) Efendimiz bazı hadîs-i şeriflerinin sonuna şu cümleyi eklerdi: “Sanki dünya hiç yok ve sanki âhiret de sonsuz…”

 

Ey dünyayı seven ve ona talip olan, yaklaş bana… Dünyanın kötü yönlerini görmüyorsun. Yanıma gel, sana onun ayıplarını anlatayım. Hak yolunu sana göstermek ve seni yalnız, Hakk’ın vechini dileyenlerin safına katmak istiyorum. Sizler heves peşindesiniz. Ciddî meseleleri ele aldığınız yok.

 

Sözlerimi iyi dinleyiniz. Onunla amel ediniz ve ihlâs sahibi olunuz. Dediklerimi yapar ve o hâlde ölürseniz, mânevi makamların yükseğine erersiniz. Oraya gittiğiniz zaman bakar, sözlerimin aslını orada bulursunuz. Oradan bana selâm verir, yanınıza çağırırsınız. Çünkü sözlerimin doğruluğunu anlamış olursunuz.

 

* * *

 

Ey cemaat! Bana karşı ithamlı konuşma yapmayınız. Kalbinizi benim için kötü etmeyiniz. Ben ne oyuncakçı, ne de dünya talibiyim. Ancak, Hakk’ı söyler ve onu gösteririm.

 

Ömrümü iyi kimselere hizmetle geçirdim. Onlar hakkında daima iyi düşündüm. Umduğum bir fayda varsa, o da, bundan olacaktır. Sizden bir şey beklemiyorum. Yaptığım nasihate bir karşılık istemiyorum. Sözümün ücreti amel etmektir. Sözlerimi tutar, amel yoluna koyulursanız, bana en büyük ücreti ödemiş olursunuz.

 

Bu sözler açık söylenmemeli, halvet yerlerde anlatılmalı. Halvette yapılan amel ihlâsla olur. Nifak, gizli işlere diş geçiremez. Hilekârlık ve sebeplerin bittiği yerde nifak da tükenir. O dem iman görülür ve ikan hâsıl olur. Orada nefis ve boş şeyle ömür tüketmeye yer kalmaz. İman sahibi günlerini daima ibadetle geçirmek ister. Ayrıca iman kardeşlerine yardım etmekten geri durmaz.

 

Bugün tesiri altında kaldığınız boş temenni ve hevesleri bir yana atınız. Allah’ı anmakla meşgul olunuz. Ağzınızdan çıkacak her söz, yararınıza olsun. Size zarar getirecek sözleri bırakınız.

 

Herhangi bir sözü konuşacağın zaman, düşün, düşün… Niçin konuşuyorsun; o sözden ne gaye güdüyorsun ve niyetin nasıl? Bunları düşün, sonra konuş. Bu durumu işaret için bazı büyükler şöyle der: “Cahilin dili, kalbinin önündedir. Âlim ve akıl sahibinin dili, kalbinin arkasında saklıdır.”

 

Bırak, pek konuşma, ilâhî kudret senin konuşma zamanlarını yazmıştır; ona bak. Konuşman gerekse konuş. O kuvvet dilerse seni konuşturur. Hakkında olacak bir iş varsa, sebepler önüne çıkar. Çorap söküğü gibi işlerin durmadan açılır.

 

Hak’la sohbet ehli olmaya bak. O’nunla sohbet, tam manasıyla sessizliktir. O öyle bir sessiz âlemdir ki, her söz orada açılır. İç âlem bununla donatılınca konuşma başlar. Allah dilerse, konuşursun. Dilemezse eski hâlin devam eder. Âhiret âlemine geçinceye kadar konuşmayanlar vardır. Bilinmez, belki sen de onlardan biri olursun.

 

Bu hâl en çok irfan âlemi derinliğine erenlerde bulunur. Peygamber (s.a.v) Efendimiz bu hâle işaret ederek şöyle buyurur: “Hakk’ın kudretine marifetle eren kimsenin dili tutulur.”

 

Dil tutulması, sadece ahras (dilsiz) olmak mânasına gelmez. Sonra, yalnız zahirdeki dil demek de değildir. Asıl mânası, Hakk’a itiraz etmenin yersizliğini anlayıp susmaktır. Hiç bir hususta irfan sahibi, Hakk’a itiraz etmez. Bütün hâlinde O’nun emirlerine uyduğunu ilân eder.

 

İrfan sahibi, ilâhî kudrete teslim olur. Kalp gözünü Hak’tan gayri şeylere yumar. İç âlemine bir yabancı sızsa onu hemen dışarı atar. Şan ve şöhret budalası olmaz. Malının fazlasını ihtiyaç sahiplerine dağıtır. “Hak benimle olduktan sonra neyleyeyim dünyayı; neyleyeyim ukbayı?” der.

 

Şöhret için asılan resmini ve taşlara kazılan ismini siler. İlâhî bir emir olursa meydana çıkar. O kudrete ererse yokluk âleminden varlık âlemine geçer. Bir başka yaratılışla dirilir. Yokluk eli onu yok eder. Varlık eli de dilerse diriltir. Bu diriliği bulunca, kendini hâlden hâle geçireni ister. Zaten onlar da, bu arzuyu duyurmak için olur.

 

Bu durumu benliğinde sezen zâtlar, Hakk’a davetçi olurlar. Halkı bulundukları fakirlik hâlinden zenginliğe çağırırlar. Asıl zenginlik Hak’la olmakta ve O’na manevî bağla kul ve köle kesilmektedir. Asıl fakirlik ise, Allah’ı bırakıp aciz ve fâni kullara koşmaktır. Zenginlik, Hak yakınlığı için, kalbi nefisle cenge çıkarmak ve zafer kazanmakla olur; fakirlik ise, bu duygunun sönüşüyle başlar.

 

Anlattığımız zenginliği dileyen, dünyayı, âhireti ve cümle fâni şeyleri kalbinden atsın. Kalbine giden maddî şeyleri parça, parça çıkarmaya gayret etsin.

 

Bugün elinizde az mevcut olan şeye kapılmayınız. Bu elinizde dursun, yolculuğunuzda lazım olursa kullanırsınız. Bu maddî olan az şeyler, kalbe konmak için verilmedi. Hak yolda yürümenize yardımcı olsun diye verildi.

 

Siz bu maddî sofranın misafirisiniz. Misafir, ancak doyuncaya kadar yer. Doyduktan sonra ceplerini doldurması ayıp sayılır.

 

Allah’ın yaratmış olduğu şeylerin hepsi zâtına götürür. Onları delil sayarak yola devam ediniz. Nimeti yerken sahibini düşünmek yerinde olur. Bir şeyin bilgisini elde edince yapmak ve hakikatine ermek gerek.

 

Hak Teâlâ’nın size öğrettikleri ile amel ederseniz hidayet yolunu bulursunuz.

 

Allah’ım, kalbimizi varlığına ilet.

 

“Dünyada bize iyilik ver. Âhirette iyilik ver. Ve ateş azabından koru.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!

 

 

 

Nuru ŞEMS ——EY ADEMOĞLU! Sen Bir Güneşsin Işığını Kaybetme